(Taksirat: Alın yazısı, yazgı anlamlarına gelirken. İşlenen günahlar anlamına da gelmektedir.)

Genel olarak Osmanlı döneminde da kullanılan bir kelimedir. Ölümlerden sonra Allah taksiratını affetsin gibi söylemler de kullanılır.

Kişinin taksiratına yazılan yazı silinmez. Ya yazılanı yaşarsın ya da sen yazar yaşarsın. İki tür seçimimiz vardır bu konuda. En başta yazmayı seçersek belki hayat bize dört kolla sarılabilir. Fakat yazılanı yaşamayı seçersek o zaman ayağımıza takılan taşlar artım gösterebilir. Kendi taksiratını oluşturamasın ama kendi taksiratını şekillendirebilirsin. Lakin şekil vermek şekil aldırmaktan daha zordur.

Meşakkatli gibi görünse de bu yol inanın ki o denli de nezihtir. Bu alemde bir cismin şekline bürünmek zorunluluğun da değiliz. Zaten bu kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülük olur.

Herkes kendi şeklini almalı, bu bir kalıba girmekten bin kat daha iyidir. Bir insan şekil alacaksa o şöyle açıklanabilir. İnsan olma hali ölme halidir. İşte bu yüzden denilir ölmeden önce ölün diye. Çünkü bu durumda ölüme bir şey bırakmazsınız. Bakın ne de güzel yazdık bu durumda taksiratımızı. Yol almanın da olmanın da en derin halidir bu.

Hallerden hal bu hal ise o zaman nice olur yüreğimiz.  Bir ateşin koruna atınca insan kendini tereddütsüz işte o zaman yazgıların yani taksiratın en hattını yazar. Hat seviye olmak; ne demektir ya? İşte ölmeden önce ölmek demektir. Yüreğinde hissetmektir Yaradan'a hasret rüzgarlarını. İşte belki o zaman Allah affeder taksiratımızı. Bir affı hak edebilecek kadar çaba sarf ettik mi? Tutkuyla bağlandık mı? Hayır hayır bu aleme değil çok ötelere. Hayır hiçbir şeyden haberdar değiliz. Bir meczup derviş halimiz. Bir noksan akıla nakil...