(Kıraat: Kıraat etmek, okumak anlamına gelir. Kari ise okur demektir. ... )
Osmanlı'da kelime kendi içini dolduruyordu kıraathane olarak ama şimdi öyle bir boşalttık ki her şeyin içini, bu en güzel dil yağmacılığı bence.
Kâinatı kıraat eden çok fakat anlayan yok bu devirde. Her şey içi içine bir çengel bulmaca gibi yerleşip kendini bizim bulmamızı beklerken bu evren, hepsinden habersiz derin bir anlamsızlığa itiveriyoruz onca mucizeyi. Oysaki içi boş birkaç kelimden daha önemli arkalara bir yerlere çekip attıklarımız.
Altını çizdim sonra tekrar döneyim demeye gelmez bu yiter gider. Anı anda çözmek lazım... Keyfimize dayalı bir yaşamın perdesi değil kıraathaneler, ilim irfanın masaya yatırılacağı mekanlar tıpkı eskilerde ki gibi. Tabi kimseden Osmanlı beyefendisi olması istenemez ama gerçekten bu yaşamın sırları çözmeden göç eylemek bu diyarlardan çok yakar ciğeri başka alemlerde.
Gözümüzün önündeki gördüklerimizi algılayıp sindiremememize üzülüyorum. Öyle bir perde inmiş ki bu gözlere aynaya baksak kendimizi göremeyeceğiz. Mesela bir çam ormanında yükselen reçine kokusu, veyahut diğer bir yükselen o boz renkli dağ zirvelerini saran bulutların getirdiği kar yağışı yaşamımızı sessiz beyaz bir masala dönüştürmesi, diğer bir yandan yeşilin her tonu ile dolu görüntüsü insanı hayretler içinde bırakan güneşin ışıklarının parladığı bir bahar gününde çimlerin desenli bir halı gibi yayıldığı yoldan sevimli kır kahvesine girince o nefessiz izlediğimiz çevrenin güzelliğini yatıralım masaya.
Yatırım görebildiklerimizdir. Görebildiklerimizi kıraat etmektir baktıklarımızı değil ! Hep bir diğer yanları vardır bu yolların. Diğer yanları kaçırmayın yani yanılmayın !!