(Reftar: kelime anlamı gidiş, yürüyüş demek...)
"Tiz-i reftar olanın payine damen dolanır"
(Acele gidenin eteği ayağına dolaşır.)
Adımlarken yolları öyle yavaş yavaş, içine sine sine, sineye çeke çeke adımlayacaksın. Değilse ne sen sen olursun ne de yol yol olur.
Yavaşlamak bir kayıp sayılmaz. Hatta bazı zamanlarda bir şey yapmadan düşüncesi ile öylece oturan çalışandan bir adım bile önde olabilir. Sonrasında ise düşünceler bir dolu gibimi yoksa naif bir yağmur gibimi yağar orasını bilemeyiz.
Naiflik demişken bu yolları reftar ederken belki de ömrümüz bir çiçek olmakla geçer.
Çiçekler her daim bana dünyanın en naif canıdır. Ağzı yok dili yok sana sergileyecek bir saldırısı yok. Yaptığı tek şey renk gösterisini bütün coşkusuyla sergilemek şu bir konaklık zamanda.
Diyeceksiniz yolu farklı, huyu farklı, suyu farklı bu yolda hızlı gitsen ne yavaş gitsen ne varacağın yer aynı şimdinin yolu da yol değil ki.
Unutmayalım ki yolları belirleyen bizleriz nereye çıkacağını kestiremeyebiliriz ama refta refta adımlarken bir kelebekle ettiğin sohbet, ayağına takılan bir çakıl taşı ile biriktirdiğin anlar, bir küçük yağmur damlasının o sana anlatma çabaları hepsi için değmez mi koşar adım gitmemek.
Bir kuş bile tepeden süzüle süzüle inceler öylece yeryüzünü. Uçuverip gitmez ki öylece uzaklara. Bir balık mesela kıvrılırken kendince her bir su damlasıyla sohbet eder.
Yani diyorum insanoğlu hariç her can bu hayatı tadarak yaşıyor. Bir bizler hiçbir şeyin tadını bırakmıyoruz. Ne doğanın ne yolların ne de bu dolu dizgin akan zamanın.
Bal kavanozunu açarken elin yapış yapış olur ya bazen o misal elimize yüzümüze bulaştırdık biz bu yaşamak meselesini...