(Seyelan: akma, sel, ani yağışların getirdiği aşırı su akıntısı demek.)
Sel günlük konuşma diline hitap ederken, seyelan edebiyat dilinde bir mana alemine hitap ediyor.
Mevsimlerin de böylesine değişmesi bu mana alemini hızla kaybedişimizden midir acaba? Ne bileyim artık sonbaharda yapraklar dökmüyor mesela. Kışın karlar yağmıyor, bazen vakitsiz oluyor her şey bazen de vakit ötesinde.
"Yağmur yağdığı yeri ıslatmıyor artık yok ediyor."
Ve yahut yağmak istemediği yeri ise gözden damlayan yaşı su bellemeye hasret bırakıyor. Hala bir şeylerin anlamı kalsaydı belki bütün bunları biraz daha az bilir olurduk.
Biliyorum bir köşelerde, ama çok derin bir köşede o güzellikler saklı ama genel olarak kimse mana aleminde olmayınca insan daha mı çok derbeder oluyor? Yahut daha mı çok bir şeyler katıyor kendine? Bunu seçmekte güçlük çekiyorum.
Her hâlükârda ikisi de birbirine eşit sayılır. Her neyse sadece insanlar dönmedi birbirine yüzünü, mevsimler, doğa, çiçekler her şey el çekti gitti. Dün mesela bir çiçek almış kökünü, kürkünü toplanmış gidiyor. Neden diye sormaya dilim varmadı. Çünkü biliyorum artık insanlar bize ihtiyaç duymuyor diyeceklerini. Sadece baktım arkasından ve geriye karalayabileceğim birkaç sayfa işte...
Bir ağaç mesela artık kâğıt vermeyecekmiş bana. Ona sorabildim ama niye diyebildim. Çünkü bilmiyordum cevabını. Bana beni yazma dedi. Dökülmeyen yapraklarımı, açmayan çiçeklerimi, don vuran tomurcuklarımı yazma dedi. Şimdi bu sözün üzerine ben daha çok kâğıt istemez miyim hatta bir de yüzsüzlük yapar kalem isterim. Derim ki sana seni senle yazarım. İşte o zaman seyelanlar vurmaz köküne açarsın da dökersin de.
Samimiyet; hem oda geri döner. Ve belki o çiçekte...