(İptidai: kelime anlamı ilkel demek.)
Bazı konularda ilkel kalmalı insan. Gelişmek değişmeyi beraberinde getiriyor çünkü.
Kontrol altına alınmayan kalabalık içinde yaşlı başlı ruhumuzla iptidai bir seviyeye iner gibiyiz.
Gelişimin ilkelliğini bulaştırıyorlar üzerimize.
Ya da ben bulaştırıyorum elime yüzüme. Sırça bir hayat bütün saydamlığıyla... Zorba, ürkek aklımı yoran.
Girdabına alan onca satır kelime... İrdelemek gerek tek tek her bir anı. Her bir anda vardır her bir anı. O eski iptidai halime götüren beni; bir çocuğun el sallaması veyahut kulağıma hafiften fısıldayan sonbahar.
Biraz kızgın gökyüzü çakıyor şimşekleri. Ben geldim diyor, ben geldim! Hazan vakti... Uzun uzun incelemeli bazen sıradan bir şeyi. Bakmakla görmek arasındaki mesafeyi keşfetmeli.
Bâs değil bâsiyet önemli. Bakmak değil görmek! Pek bir titriyor uzaklardaki sokak lambaları, üşüyorlar belli ki dişleri keman çalıyor adeta.
Bedenim çürük bir elmaydı, kurtlar şahitlerdi. Nefesim taze sonbaharın gelişi gibi. Boş odamda sakladığım ganimetim iptidai bir ben. Kapıyı çekmek fırtınavi, değişim kaçınılmaz ve ani. Feri soluk bu baharında, tiz sesiyle ele veriyor her şeyi. Uzak düşmüş sürükleniyor hallice. Her bir seste ufak bir parça, dirhem dirhem anlatıyor safça.
Bir dinlesen sen de şu evreni ne de iptidai ne de nakaratça. Neler neler söylüyor duysan hissetsen kendince...
Bulgur simit vardır ya; onu yoğurursun köfte olur hayatta bulgur simit gibidir, yani şiir gibidir. Şiiri de yoğurursun güfte olur. Meçhul-i menfaat kalanı...
Ellerimde kir içim dışım bir. Bu hicran dudaklarıma ezeli bir nakarat yapıştırdım iptidai bir sır...