Değerli Dostlar; Güney Afrika Cumhuriyeti ile özdeşleşmiş olan ubuntu ya da botho kavramı eski bir Afrika dünya görüşünü tanımlar.

 Temelinde sevgi, şefkat, saygı, paylaşma, birliktelik gibi değerleri barındıran ubuntu felsefesi farklı Afrika topluluklarının dillerinde farklı kelimelerle anılır.

Ubuntu insanların birbirlerine bağlılık ve ilişkilerine odaklanan etik ya da hümanist bir felsefedir. Sözcük Güney Afrika'daki Bantu dillerinden gelmektedir. Ubuntu klasik bir Afrika anlayışı olarak görülmektedir. 

“Ben, biz olduğumuz zaman benim." sloganı üzerinde şekil alır.

Afrika’da çalışan antropolog, bir kabilenin çocuklarıyla oyun oynamak ister.  Meydanda toplanırlar.  Antropolog ileride bir ağacın altına biraz meyve bırakır. 

Ağaca ilk ulaşanın ödülü o meyveleri yemek olacaktır.

Çocuklara “Haydi, en hızlı olan kazanır! Birinci olan meyveleri yer!” Der. 

O an bütün çocuklar el ele tutuşur, ağaca birlikte koşarak ulaşırlar.  Hep beraber meyveleri yemeye başlarlar.  Antropolog hem mutludur, hem şaşkındır.  Çocuklara sorar; “Neden böyle yaptınız?”

Çocuklar şu cevabı verirler:

“Biz ‘Ubuntu’ yaptık.  Yarışsaydık yarışı kazanan bir kişi olacaktı.  Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi meyveyi yiyebilir?  Oysa biz Ubuntu yaparak hepimiz yedik.”

 Tam olarak hiçbir dilde karşılığı yok fakat “Ben, biz olduğumuz zaman benim!” Sloganı üzerinde şekil alır “Ubuntu.”

Biz Bilinci hayatın doğasını yansıtır. Kişinin hem ait olma hem de birey olma ve güçlü olma ihtiyaçları bu anlayış içinde karşılanır.

 

    İnsan iki temel ihtiyaçla doğar:

 

 1) Ben olma ihtiyacı, 

 2) Biz olma ihtiyacı. 

 

Hayat; “Biz bilinci” içinde işler.

Bu ifade  hayatın bütünlüğünü , her şeyin her şeyle ilişki içinde olduğunu ifade eder. Kişi doğumundan bu güne kadar kazandığı özelliklere uygun olarak kendisiyle ilişki içinde olan insanların hayatından etkilenecek ve onların hayatını etkileyecektir.

 

 Hiç kimse birbirinden tamamen bağımsız yalıtılmış değildir.

Hepimiz bir aileye, bir topluluğa ait olmak isteriz. Bizim “kim olduğumuzu” ait olduğumuz aile, doğduğumuz şehir belirler. Okuduğumuz okul, içinde bulunduğumuz arkadaş grubu, tuttuğumuz futbol takımı da bizim kim olduğumuzu tanımlar. Bizim kimliğimizi oluşturan, ait olduğumuz yerdir. İlk kez karşılaştığımız insanlara “nereli olduklarını” sormamız onları en kısa yoldan tanımak içindir.

 

Ait olduğumuz yerde kendimizi güvende hissederiz. Zor zamanlarda ailemizin ve arkadaşlarımızın yardımıyla ayakta kalırız. Bu dayanışma bizim hayattaki yalnızlık duygumuzu azaltır. İnsanlar benzerleriyle bütünleştiklerinde kendilerini güçlü hissederler. Aidiyet duygusu insanları bir arada tutan bir nevi “çimentodur.”

 

Doğada canlıların, “daha güvenli” olduğu için sürüler halinde hareket etmesi gibi bizler de “toplum” halinde yaşadığımızda daha “huzurlu” oluruz. Kabul görmek, kendimize benzeyen insanlarla dayanışma içinde olmak bize güven ve huzur verir. “Sadakat” ve “vefa”, ait olma ihtiyacımız üzerine temellenen değerlerdir.

 

Ait olmak da farklı olmayı istemek de insana özgü motivasyonlardır. Farklı olmayı istemek de en az ait olmayı istemek kadar doğal bir ihtiyaçtır. Ait (benzer) olma ihtiyacı ile tam zıttı olan özgün (farklı) olma ihtiyacı, birbirini tamamlar. Bazen biri, bazen diğeri öne çıksa da; bu ihtiyaçların şiddeti artıp azalsa da herkeste bu iki ihtiyaç birlikte vardır: Hem “biz olmak” hem “ben olmak” isteriz.

 

Kısaca; “Benliğimizi unutmadan, biz olmalıyız ki; huzur ve mutluluk bizlerle olsun!”