Değerli Dostlar; bu hafta sizlerle “banane zihniyeti ya da bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyeti” ile ilgili paylaşımda bulunalım istedim.

"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın veya banane", egoist insanları eleştirmek için söylenir. Bu tür kişiler için kendilerine zararı dokunmadığı sürece her şey mubahtır. Bir olaya ancak kendi canları yandıktan sonra tepki verirler. Başkalarının acısına görünüşte ortak olsalar da esasında kimin ne hissettiği umurlarında değildir.

Bu nedenle bana dokunmayan yılan bin yaşasın ya da banane diyen kişiler iyi gün dostu olarak nitelendirilir. Çünkü onlar için her zaman her koşulda kendi çıkarları ön plandadır. Başkalarına yapılan kötülükle ilgilenmezler ve gerekli yerlerde gerekli tepkileri göstermezler.

Bana dokunmayan yıl bin yaşasın ya da banane diyen kişiler çıkarcı ve bencil olarak nitelendirilir. Yardımlaşma, dayanışma ve empati duygularından yoksun olan bu insanlar, başkalarına yapılan kötülükleri sineye çekerken, kendilerine her zaman iyilik yapılmasını beklerler.

Şunu da belirtmekte fayda var; banane demeyelim fakat üzerimize vazife olmayan işlere de müdahale edip başımızı belaya sokmayalım.”

Konunun ilham kaynağı aşağıdaki harika hikayedir.

Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paket açtıklarını gördü.

Kendi Kendine :

-"İçinde hangi yiyecek var acaba ?"

Bir süre sonra gördüğü  paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı.

-"Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!" diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı.

Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz  ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı:

-"Zavallı farecik... Bu senin sorunun benim değil. Bana bir zararı olmaz küçücük kapanın"  dedi.

 Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla koyunun yanına koştu ve,

-"Evde bir fare kapanı var!" diye  adeta çırpındı.

Koyun anlayışla karşıladı ama,

-"Çok üzgünüm fare kardeş  ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağımdan emin ol" dedi.

Minik fare çaresizlik içinde ineğe  döndü ve,

-"Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!"  dedi.

İnek;

-"Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni  ilgilendirmiyor." dedi.

Sonunda minik farecik, başı önde umutsuz bir şekilde eve döndü. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün  tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı.

O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği  vardı. Minik farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki bir ses duydu. Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanından geliyordu.

Çiftçinin karısı , ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı mutfağa  koştu.  Karanlıkta kapana bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark  etmemişti.

Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı.

Çiftçi, karısını apar topar aniden doktora  götürdü. Doktor, zehri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı.  Karısının ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde  kıvranıp duruyordu.

Böyle bir durumda tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes  bilir, çiftçi de bıçağı alıp bahçeye koştu.  Karısı tavuk suyuna çorbayı  içti, biraz kendine geldi. Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler.

Onlara ikram etmek için çiftçi koyununu kesti.

Çiftçinin  karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi. Bir kaç gün sonra  çiftçinin karısı iyileşmedi ve öldü.

Cenazesine çok sayıda kişi gelince  hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı.

Fare, bütün bu olanları büyük bir üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi.