Değerli Dostlar; sizlerle “yük” kavramını paylaşalım istedim.
Fakat yük kavramı alanı çok geniş olan bir kavram, tanımıyla başlayalım isterseniz.
Yük: "ağırlık, yığın" sözlük anlamı; taşıt, araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin tümü ya da taşıt, araba, hayvan vb.nin taşıyabildiği miktar olarak geçmektedir.
Bir de bizler için “hayatın yükü” var elbette.
Hayatın yükü; Hayat, doğum ile ölüm arasındaki kısa ama içinde yaşarken çok çok uzun gelen bir yolculuktur. Yolcusu olmayan yok bu yolculuğun. Kendi isteğin dışında gibi görünen fakat tamamen kendi arzularınla gerçekleşen bir süreç. Bu yolculuğa herkes başka bir noktadan başlıyor ve başka bir noktada bitiriyor. Kimisinin yolu uzun, kimisinin ki kısadır. Eşit başlamayan, eşit devam etmeyen ve eşit bitmeyen bir süreçtir. Zaten çok anlamsız olmaz mıydı aynı hayatları yaşasak? Güzelliği tek ve eşsiz oluşunda değil mi?
Bu eşsizliğin içinde bazı benzer yanlarımız var. Bu benzerliklerden birisi de “YÜKLERİMİZ”
Yaşadığımız olaylar sonrası biriktirdiğimiz, sırtımızda taşıdığımız ve artık bazıları karakterimize işlemiş yükler. Yaşanan güzel bir ilişki sonrası tatsız bir ayrılığın yükü, geçirilmiş kazanın hissettirdiği korku yükü, iş hayatında başarısızlığın oluşturduğu yetersizlik yükü, anne ve/veya babadan yetersiz gelen sevginin yükü, sevilen kişinin ani kaybedilmesiyle oluşan istemsiz ayrılığın acı yükü… Kısaca hayatta başa gelen bütün acı olayların yükleri var.
Doğduğumuz andan itibaren her yaşanan olay/olaylar bize az ya da çok yük bırakır. Bu yüklerimizin farkında değilsek bunları genellikle hayatımız boyunca taşır, her gittiğimiz yere götürür, düşüncemize baharat olarak katar, kullandığımız cümlelerin içine serpiştiririz. Her ne yük taşıyorsak hayatımızın tadı da ona göre oluşur. Yük olan şeyler genellikle iyi duygu ve hisler değil, negatif olarak değerlendirilen ayrılık, üzüntü, yarım kalmışlığın kırıntılarıdır. Fiziksel olarak görünmeyen içimizde taşıdıklarımız, bizi ağırlaştırır ve rahatsız eder. Altında cam kırıkları bulunan bir halının üzerinde yürümek gibi can yakar. Pürüzsüz ve temiz bir halının üzerinde yürüdüğünü sanırsın, fakat acı çekersin.
Bir ders sırasında, bir profesör aniden bir bardak suyu aldı ve onu kaldırdı. Öğrenciler birbirlerine bakmaya başlarken, bir açıklama bekliyordu. On dakika geçti ve hala kolunu indirmedi. Sonunda sordu:
"Söyleyiniz bu cam sizce kaç kilodur?"
“Öğrenciler tahmin etmeye başladılar:
“Belki yüz belki de iki yüz gram! ”
“Dört yüz gram! ”
“Beş yüz gram!”
Profesör gülümsedi.
“Doğrusu ben de bilmiyorum. Öğrenmek için tartmamız gerekir. Ama asıl soru bu değil. Bu bardağı birkaç dakika tutarsam ne olur?
Öğrenciler
“Hiçbir şey” diye cevapladı. “Doğru.
Şimdi, bir saat tutsam ne olur?
“Kolunuz ağrımaya başlayacak” diye cevap verdi.
“Doğru. Ya bütün gün tutmaya çalışırsam?
“Kolunuz uyuşur, ciddi ağrılar içinde olur, belki de tıbbi yardıma ihtiyacınız olur," dedi.
Profesör sakince başını salladı. "Kesinlikle. Ama söyle bana - camın ağırlığı hiç değişti mi?
“Hayır,” cevabı geldi.
“Peki neden kol ağrısı var? Neden kaslardaki gerginlik? ”
Oda sessiz kaldı.
Sonra sordu: "Acıdan kurtulmak için ne yapmalıyım? ”
“Camı yere koy” dedi birisi.
"Kesinlikle! " diye bağırdı Profesör.
“Hayatın sorunları aynı şekilde çalışır. Birkaç dakika kafanda taşıyorsan, sorun değil. Onları çok uzun süre düşünürsen acımaya başlarlar. Bütün gün onların üzerinde kal, seni felç ederler - başka bir şey yapamazsın.
“ Duraksadı, sonra bununla bitirdi: “Bu yüzden her günün sonunda sorunlarınızı bir kenara bırakmak çok önemlidir. Onların ağırlığını taşıyarak yatağa gitmeyin. Dinlenin, şarj olun ve yarın güç ve berraklıkla yüzleşmeye hazır uyanacaksın.”

