Değerli Dostlar; sizlerle “zarafet” konusunu paylaşalım istedim.

Zarafet: Zariflik, incelik, naziklik anlamlarına gelmektedir.

Hazret-i Mevlânâ’nın buyurduğu gibi insanın ruhu, berrak bir su gibidir. Fakat kötü işler ve günahlarla bulanınca hiçbir şey görünmez olur. Bu durumda maneviyat incilerini ve hakikat nurlarını görebilmek için o suyu durultmak lâzımdır. Dolayısıyla tasavvufun gayesi, nefsani duyguları terbiye edip, fertleri ve toplumları sulh, sükûn ve huzura kavuşturmaktır. Zira Cenâb-ı Hak, insanı incelik, zarafet ve ulvî derinliklerle tezyîn etmiştir. İnsanın asıl kıymeti de bu meziyetleri kalp âleminde yeşertip geliştirdiği nispettedir. Ruhaniyet dolu kalpler; güzel.

Konunun ilham kaynağı aşağıdaki harika anıdır.

“PTT müfettişliği yaptığı dönemde, PTT Müdürlüğünü teftiş etmesi gerekir  Teftiş sonucu, kasanın 25 lira açık verdiğini görür. Müdür kızarır, bozarır; ama söyleyecek bir söz de bulamaz.

 

Açıklaması yoktur. Osman Nihat; müdüre,“ Sayımda hata yapmış olabiliriz. Mal Müdürünü al gel de kasayı bir de o saysın." der.

 

Müdür, şaşırır; fakat çaresiz mal müdürünü çağırır. Mal Müdürünün yaptığı sayımda para tamam çıkar.

Osman Nihat de, teftişini tamamlar ve müdüre teşekkür ederek ayrılır. Müdür şaşırmıştır. Bir şeyler demek ister fakat beceremez.

 

Bir gün, Osman Nihat Akın, müfettişler odasında arkadaşlarıyla otururken, postacı bir mektup getirir. Mektup teftiş ettiği şube müdüründendir. Mektubu okurken gözleri dolar.

 

Arkadaşları;

- Üstat ne oldu? Kötü bir şey yoktur inşallah, diye sorarlar.

- Yok, yok! Duygulandım biraz, o kadar, diye cevaplar, Üstat.

 

Arkadaşları;

- Meraklandırdın bizi. Mektubu bize de okuman mümkün mü, deyince bakar arkadaşlarına ve mektubu uzatır. Şöyle demektedir mektup,  

 

- Beni Mal Müdürünü çağırmaya gönderdiğinizde, 25 lirayı siz cebinizden tamamladınız ve haliyle kasa tamam çıktı. Evet, parayı ben almıştım. Hanımım çok hasta idi. İlaç ve doktor parası ödeyip sonra iade edecektim. Siz aniden geldiğiniz için yerine koyamadım. Sizin, ince ve hassas kalbiniz durumu anladı ki, bana mesele yaşatmadınız. Bu yüzden size minnettarım.

 

Herkes duygulanmıştır, üstadı kutlayarak ayrılırlar. Ama ne yazık ki, içlerinden biri üstadı, "Vazifeyi suistimal etti ve yolsuzluğa çanak tuttu," diye şikâyet eder. Üst makam, üstadı çağırır ve olayı soruşturur. Üstadın karakterini bilen liyakat ve inisiyatif sahibi insanlar. Soruşturma gereği görmez ve konu kapanır.

 

Şair ruhu incedir. Üstelik o şair bir de bestekarsa, o incelik katmerlenir. Üstat bu durumdan   çok etkilenmiştir. Bu olay sonunda senelik iznini alarak oradan ayrılır. Yalnız  kaldığında Bakırköy'de her zaman gittiği, deniz kenarında oturduğu yere gider. Alır eline bir kâğıt ve döker içindekileri:

 

Bir ihtimal daha var,

O da ölmek mi dersin?

Söyle canım, ne dersin?

Vuslatın başka alem,

Sen bir ömre bedelsin?

 

Sükût etme nazlı yar,

Beni mecnun edersin.

Vuslatın başka alem,

Sen bir ömre bedelsin.

 

Düşünüldüğü, ya da zannedildiği gibi, bu bir aşk şarkısı, ya da acı dolu bir aşkın ilham verdiği şarkı değildir. Bu bir dost, bu bir dostluk, bir insanlık hikayesidir.

 

Bestecimiz Osman Nihat Akın. Soydan besteci, soydan sanatkâr, soydan zarafet dolu bir aileden geliyor.

Ahmet Rasim’in torunudur.

 

BÖYLEDİR BU DÜNYA;

• İNANDIĞI İNSANIN MASUMİYETİ

 ZARAR GÖRMESİN DİYE,

KUSURUNU ÜSTLENEN DE VARDIR;

• KUSURU ÜSTLENENİ ŞİKÂYET EDEN DE.

 AMA

• DUYGULARINI ÖNCE SATIRLARA,

SONRA DA NOTALARA DÖKMEK İÇİN

RUH TAŞIMAK GEREKİR.

• ONDAN ÖNCE DE İNSAN OLMAK…

Üstadın anısına rahmet ve saygıyla...

 “Ne güzeldir, gün içinde ve eşref saatinde tatlı bir dilden iyi dilek temennisi almak.” (Alıntıdır)