Değerli Dostlar; Mesnevi'den “aşkı” anlatan harika bir hikâye paylaşmak istiyorum.
Mecnun, Leyla’sının köyüne gitmek için, dişi bir deveye biner. Bir süre yol alır. Mecnun’un tek derdi, bir an önce Leyla’sına kavuşmaktır. Dişi deve ise, geride bıraktığı yavrusunu düşünmektedir ve onun tek derdi ise, geriye dönmektir.
Mecnun bir an dalıp gitse, elinden yuları gevşetse, deve bunu hisseder ve geriye döner geldikleri köye yani yavrusunun olduğu yere doğru gider.
Mecnun kendine gelip baktığında, bulundukları yerden çok daha geriye gittiklerini fark eder.
Bu yolculuk iki-üç gün böyle devam eder. Mecnun yıllardır yollardaymış gibi şaşırmış kalmıştır.
Bakar ki bu yol böyle bitmeyecek, deveden iner ve:
“Ey deve!” der: “İkimiz de aşığız. Fakat, aşklarımız birbirine zıt, birbirine aykırı! Demek ki biz, birbirimizle yol arkadaşlığı yapmaya uygun değiliz.
Senin sevgin de yuların da bana uymuyor. O halde en iyisi ayrılalım. Sen var yavruna git, ben de Leyla’ma kavuşayım diyerek deveyi bırakır.
Ve yürümeye başlar Mecnun, yürümüyor da sanki uçuyordu. Dünyada değil de sanki başka bir ilde, çölde değil de bulanık bir seldedir sanki. Bu halde koşmaya devam eder. Neden sonra bir adamın ensesine vurduğu Sille ile uykudan uyanır gibi ayılır. Adam Mecnuna şöyle der: “Ey mel’un adam, görmüyor musun ben burada namaz kılıyorum? Utanmıyor musun da gelip önümden geçiyorsun? Hiç namaza durmuş adamın önünden geçilir mi?”
Boynunu büker Mecnun. Zira onu aşk yolundan ayıran bir dakika bile bin sene gibi gelmektedir. “Ey namazı da niyazı da aşkı da Allah'ı da bilmez ki gafil” der. “Ben Leyla'nın aşkıyla koşarken senin önünden geçtiğimi görmedim de sen Mevla'nın aşkıyla namaza durmuşken benim senin önünden geçtiğimi nasıl gördün?
Alimler; bu hikâyede geçen ‘Mecnun’un insan ruhunu temsil ettiğini söylerler. Ve ruhun, Ezelî bir Sevgiliye yani Rabbine muhtaç ve müştak olduğunu ifade ederler. ‘Deve’nin ise, nefis olduğunu; maddî arzuların sembolü olarak görürler . O da, yavruları olan deve gibi heveslerin ardında koşmaktadır.