Değerli Dostlar; Mayıs ayının ikinci Pazar günü ülkemizde her yıl Anneler Günü olarak kutlanmaktadır. Ancak anneleri sadece bu günde hatırlayarak, onlara sadece bu günde sevgi göstermek oldukça yanlış bir davranıştır.
Annelerin kıymeti maalesef ki onlar kaybedildiği zaman anlaşılmaktadır. Anneler çocuklarını büyüten, yemeyip yediren, giymeyip giydiren, çocuklarının iyiliği için bir mum gibi tükenen emeğinin karşılığı maddaiyatla ödenmeyen melektir. Anneler çocukları söz konusu olduğunda bütün tehlikeleri göze alabilen ve bizleri canları pahasına seven tek insandır.
Biz insana anne ve babasını tavsiye ettik anası onu zayıflık üstüne zayıflık çekerek karnında taşımıştır.Onun (memeden) ayrılmasıda 2 sene içinde olmuşdur onun için biz insana bana ve ana babana şükret dönüş banadır diye nasihat verdik.
(Lokman Suresi Ayet,14)
Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in huzuruna bir kimse gelerek dedi ki:
- Ya Resulallah! İzin verirseniz sizinle beraber gazaya gelip cihad etmek istiyorum
- Anan-baban var mı?...
- Evet var
- Öyleyse ondan ayrılma zira Cennet onun ayağının altındadır ” (Müslim)
Annem!
Dünyanın derdini alır sırtına,
Of bile demeden çekersin annem!
Engel olmaz sana, poyraz, fırtına,
Sevgi tohumunu ekersin annem!
Kimseye söylemez çeker derdini,
Yetiştirir insanların merdini,
Felek sillesine alır gardını,
Dertleri ummana dökersin annem!
Ne yapsam, neylesem hakkın ödenmez,
Ondan hiç kimseye kötülük gelmez,
Dertli, gönüllerde anneler ölmez,
Sevgiyle gönlüme akarsın annem!
Cafer AKSAY
Erdemli 12 Mayıs 2018 Cumartesi
Mevlana Hazretleri anne konusunu şöyle ele alır:
a) Annenin değeri
“... Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu...”(Ahkaf/15)
“Cennet anaların ayakları altındadır (dibindedir).”(H.Ş.)
Peygamber efendimiz kendisine gelip en çok kime hürmet ve şefkat besleneceğini soran bir sahabeye “Annene” diye cevap vermiş; sahabenin “Daha sonra kime” diye iki defa daha tekrarlamasına Peygamber Efendimiz iki defasında da aynı cevabı vermiş; dördüncü seferde ise “Babana” diyerek annenin, dolayısıyla kadının da değerini vurgulamıştır.
Mevlâna da “Kadın Hak nurudur, sevgili değil; sanki yaratıcıdır yaratılmış değil”(Mesnevî, I/2437) diyerek kadının anneliğini adeta kutsal sayar. Mevlâna, annenin 9 ay boyunca karnında taşıyıp bin bir güçlükle dünyaya getirdiği yavrusunu (Mesnevî, III/3560-61) Allah’ın inayetiyle göğsünde hâsıl olan sütüyle beslemesi gerektiğini vurgular (Mesnevî, V/1634); eğer süt yerine başka bir gıdaya beslerse çocuğun zarar göreceğine değinir (Mesnevî, I/581). Bu, modern tıbbın henüz son yıllarda keşfettiği anne sütünün değerinin yedi yüz küsur yıl önce Mevlâna tarafından açıklanışıdır. Yine Mevlâna’nın; çocuğun anne karnındayken kan ile beslendiğini vurgulaması da (Mesnevî, III/50) onun bilgisinin çeşitliliği ve ileri dereceliğinin delillerindendir.
b)Anne ve çocuk sevgisi
Mevlâna çocuklarına iyi davranmayan anneleri eleştirir ve acıklı bir benzetmeyle annelerin çocuklarının ölümünden sonra perişan olduğunu, onların mezarına giderek topraklarına yüzünü gözünü sürdüğünü belirterek, ölümden sonra toprağa yüz-göz sürmektense çocukları hayattayken onları bu sevgiyle sevmeleri gerektiğini belirtir (Mesnevî, V/3264 vd.).
Mevlâna yine çocuklarını kaybeden annelere çok acımakla birlikte, onların bir şartı yerine getirdikleri takdirde Cennetle müjdeleneceklerini haber verir ve şu ibret-amîz hikâyeyi anlatır:
“Çocuğu yaşamayan kadının ağlayıp inlemesi, ‘bu, senin riyazâtına karşılıktır, senin için mücahitlerin cihadına mukabildir’ diye cevap gelmesi
Bir kadın vardı, her yıl bir çocuk doğururdu. Fakat çocuk, altı aydan fazla yaşamazdı.
Üç aylıkken, yahut dört aylıkken ölür giderdi. Kadın feryat ederek dedi ki; ‘Yarabbi,
Bu çocuklar, bana dokuz ay yük oluyor, üç aycağız da ferahlık veriyor. Bana verdiğin nimet eleğim sağmadan tez geçip gidiveriyor!’
Kadın böylece Tanrı erlerine ağlayıp yalvarmakta, çocuklarının ölümünden şikâyet etmekteydi.
Bu suretle tam yirmi oğlan doğurdu, fakat hepsi öldü; ciğerine bir yaman ateştir düştü.
Nihayet bir gece o kadına rüyasında yemyeşil güzel, kusursuz, ebediyyet yurdunu, yani cenneti gösterdiler.
Kadıncağız, cenneti görüp mest oldu. O teselliye uğrayınca elden çıktı, kendinden geçti!
Cennette köşkün birinde adının yazılı olduğunu gördü, orasını kendinin sandı.
Sonra ona dediler ki; ‘Bu mekân, canını feda etmede doğru olan, bu fedakarlıkta doğruluktan ayrılmayan kişinindir.
Bir hayli hizmet etmek gerek ki, sen de bu kuşluk kahvaltısından yiyesin, bu mekâna lâyık olasın!
Fakat sen, Allah’a sığınmada tembellik ediyorsun. Allah da ona karşılık olarak sana o musibetleri veriyor.’
Kadın, ‘Yarabbi, yüzyıl, hatta daha fazla bir müddet benden kan dök, evlatlarımı öldür... razıyım’ dedi.
Yavaş yavaş, adım adım o bahçeye girip bütün çocuklarını orada görünce
Dedi ki; ‘Yarabbi, ben kaybettim ama sen kaybetmemişsin!’ Evet... insan, gaybı gören göze malik olmadıkça insan olamaz.” (Mesnevî, III/3399-3404, 3408-3415)