Değerli Dostlar; bu hafta sizlerle "hayata bakış açımız, daha doğrusu hayatı anlamlandırma" konusunu paylaşalım istedim.
Hayatı anlamlandırma ve hakikat arayışı, antropolojik verilerin de işaret ettiği gibi insanlığın ilk dönemlerinden beri zihnini meşgul eden konular arasındadır. İnsanlığın ilk dönemlerinde bile karşılaşılan bir olgu olmasına rağmen kavram üzerinde net bir tanım yapılamamıştır.
Anlam bireye özgü bir karakter taşımaktadır.
Bilinç sahibi bir varlık olarak insan, aklı sayesinde hayata ve onun anlamına dair sorular sormakta ve cevaplar aramaktadır. Bu köklü eğilim din ve maneviyat ile anlam arasında doğal bir bağ kurmaktadır. Anlam konusu, genel olarak din psikolojisinde maneviyat başlığı altında değerlendirilmekte ve hayatın ontolojik özelliklerinin, hayat olaylarına anlam kazandırmanın ve varoluşun amacının elde edilmesi manalarında kullanılmaktadır. Din, anlam arayışı için güçlü bir motivasyon kaynağı olduğu için araştırmacılar, anlam arayışının dinin ya da maneviyatın doğasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı sorusu üzerinde önemle durmuşlardır.
Konunun ilham kaynağı aşağıdaki hikayedir.
“Üniversite mezunu sınıf arkadaşları yıllar sonra buluşurlar ve Öğretmenlerini ziyarete giderler.
Öğretmenin evinde koyu bir sohbet başlar.
Kimi işinden memnun değildir, kimi kocasından.
Kimi kaç yıldır o arabayı istemektedir.
Bir diğerinin kayınpederi hastadır, ‘yoruluyorum’, ’mutsuzum’, ‘işimi değiştirmek istiyorum’, ‘ev yetmiyor, bu araba eskidi’, ‘teknem olsa’, ‘bu şehri sevmiyorum’,
‘Çocuklar okula başlayacak, o kolej mi, bu kolej mi?’
Öğretmen bu yakınmaları gülümseyerek izler.
Sonra seslenir.
-Ben bir kahve koyayım size.
Mutfağa gider, koca bir termosa mis gibi bir kahve hazırlar, tepsi alır, içine birbirinden farklı fincanlar dizer.
Birinin kulpu kırık, biri çok özel ince porselen, biri daha büyük, biri daha derin, birisi şirket markalı, birisi altınlı.
Salona gelir, fincanları ve termosu bırakır.
-Hadi. Fincanlarınızı alın, kahvenizi koyun.
Herkes uzanıp bir fincan seçer.
Önce en güzel ve değerli olanlar seçilir, sona kalanlar kulpsuz ya da daha özensizlerdir.
Kahvelerini de doldururlar ve birer yudum alırlar.
– Ohhh. Nefis ya. Mis mis, ne kadar ihtiyacımız varmış.
Öğretmen gülümseyerek bakar onlara.
Ve sonra söze başlar.
-Ah benim toy canlarım.
Tepsiyi ilk getirdiğimde düşünmeden en güzel fincanı seçmek için elinizi uzattınız.
Aynı hayat gibi,
Her şeyin en düzgününü istesek de, bazen bizim dışımızda gelişen olaylarla bize kalanlar eksik parçalı ya da daha durgun olabiliyor.
Şimdi hepinizde çok farklı fincanlar var.
Birinin kenarı kırık, biri diğerinden küçük, biri sade, biri şatafatlı.
İlk yöneldiğiniz, görüntüsü itibariyle istediğiniz fincan.
Ama sonra size kalan neyse, o fincanla da yetindiniz.
Koca termostan elinizdeki farklı fincanlara hepiniz aynı mis kokan kahveyi koydunuz ve kahveyi yudumlayınca elinizdeki fincanı unuttunuz ve hepiniz derin ve mutlu bir ‘ohhhh’ çektiniz.
İşte hayat da böyle.
Geliş tarzı, kullanım şekli, görüntüsü farklı da olsa hepimizin hayatı aynı içilen bu kahve gibi hep aynı güzellikte.
Lütfen hayatınızı kahvenizi yudumlar gibi derin bir ‘ohhh’ çekerek ve her anından keyif almayı bilerek yaşayın.
Size nasıl sunulduğuna bakmadan…”